Skip to main content

Anahata – Kalp Çakrası

Sanskritçe’de Anahata “incinmemiş, vurulmamış ve yenilmemiş” anlamına gelir ve denge, sakinlik ve dinginlik ile ilişkilidir. 

Sanskritçe: Anahata

Türkçe: Kalp Çakrası

Yeri: Kalp Bölgesi

Ana Konusu: Sevgi, ilişkiler

Element: Hava

Renk: Yeşil

Gölgesi: Keder

Kimlik: Sosyal Kimlik

Aşırılık Olduğunda: İlişki bağımlılığı, zayıf sınırlar, sahiplenici, kıskanç

Yetersizlik Olduğunda: Utangaç, yalnız, izole, empati yoksunu, sert, eleştirel

Amaç: Denge, şefkat, öz kabul, iyi ilişkiler

Psikolojik Rahatsızlık: Öfke Kontrol Problemi, Asosyallik

Anahata, kalp çakrası dördüncü çakradır. Kalbin etrafında merkezlenir ve orta omurgayı, akciğerleri, kolları ve timus bezini çevreler. Burası bizim kalp merkezimiz, sevgiyi beslediğimiz yer. Bu çakra tamamen şefkat ve anlayışla ilgilidir. Kalbimizde desteklenmiş hissettiğimizde, sevmekte özgür olduğumuzda, kendimizi ve başkalarını anlamaya açık olduğumuzda, sevinci ifade etmeye açık olduğumuzda ve vermeye ve almaya açık olduğumuzda, bu dengeli bir Anahata çakrasını gösterir. 

Anahata, göğsün tam ortasındaki kalp çakrasıdır. Kalp çakrası vücudun enerji merkezidir. Dış dünya ilişkilerimiz, ailemiz, sevgililerimiz ile bağlantımızı yöneten, iç ve ruhsal yaşamımızı temsil eder. Kalp aslında iç ve dış dünyamız arasındaki köprüdür, farkındalığımızı, zekamızı ve bilincimizi arıtmanın enerjisidir.  Kalp çakrası, yatay ekseni olan tek çakradır. Göğsümüzle birlikte kollarımızı ve ellerimizi de kapsar. Yani bir kucaklaşmanın enerjisinin bir araya geldiğini düşünebilirsiniz. Sevme ve sevilme hakkımızı yönetir. Aynı zamanda sosyal kimliğimizi de yönetir. Fiziksel olarak bu çakra kalbimiz, akciğerlerimiz, nefesimiz ve timüsümüz (boyun altı bezi) ile ilişkilidir. Her çakranın belirli bir bez ile ilişkili olduğunu daha önceki yazılarımdan fark etmiş olabilirsiniz. Tüm çakra sisteminin bezlerle sıralandığı söyleyebiliriz. Kalp çakrasının merkezi olan timus bezi, bağışıklık sistemini düzenleyen şeydir. Göğüs kemiğinin hemen arkasında, akciğerler arasında bulunur ve hastalıklarla savaşan T hücrelerini oluşturur. Kalp alanı enerjisel olarak yumuşak, şefkatli bir merkez olarak düşünülse de kalp, nefes ve bağışıklık alanı olduğu için fiziksel olarak bir güç merkezidir.

Anahata’ya Psikolojik açıdan bir bakış

Duygusal olarak, kalp merkezi; şefkat, koşulsuz sevgi, cömertlik ve anlama becerimizle ilişkilidir. Şefkat ve anlayış uyguladığımızda kalp çakrasını besliyoruz. Birinin kalp merkezi kapalı olduğunda, bu paranoya, güvensizlik, öfke ve küskünlük duyguları ile gereksiz stres yaratabilir. Bu stres, bağışıklığımızın ve timus bezimizin düzgün çalışmamasına neden olarak doğrudan sağlığımızı etkiler. Birbirimizi anlamayı öğrendiğimizde, kendimizi güvende ve açık hissettiğimizde stres seviyemiz önemli ölçüde azalır ve böylece bağışıklık sistemimiz güçlenir. Açık bir kalple yaşamak, dengeli bir timusu desteklediği için hastalıkları önleme yeteneğimiz üzerinde doğrudan fiziksel bir etkiye sahiptir. 

Enerjisel olarak, bu enerji bedenindeki denge noktasıdır. Maddenin dünyası ile ruhun dünyasının buluştuğu yerdir. Muladhara, Svadhisthana ve Manipura (alt çakralar) madde, ego ve temel ihtiyaçlarla ilişkilidir. Vishuddha, Ajna ve Sahasrara (yüksek çakralar) hepsi ruh ve enerji ile ilişkilidir. Madde ruha yükselirken ve ruh tezahüre inerken, kalp onların birleştiği yerdir.  Kalp çakrası tamamen sevgiyle ilgilidir, hem kendimiz hem de başkaları için koşulsuz sevgi verme ve alma yeteneğidir. Kalp çakranız dengesizse, mutlu bir ilişkiniz olabileceğine dair bir inançsızlık yaşayabilir sevgiye veya nezakete layık olmadığınızı hissedebilirsiniz. Bu, öz değer konusunda endişeye ve eleştiriye karşı savunmaya geçmeye yol açabilir. 

Üç buçuk yaşına kadar, büyük ölçüde asıl ailenize odaklanıyorsunuz ve bu dönem dünyayı öğrenir ve muhtemelen zamanınızın çoğunu ailenizle geçirirsiniz. 3,5 –  7 yaş arasında artık zamanla dış dünya ile daha çok iletişime geçtiğimiz ve okula başladığımız döneme gireriz. Okula gitmeye başladıkça ilişki becerilerimizi geliştirmek adına arkadaşlıklar geliştiririz. Sosyal kimliğimizin oluştuğu bu dönem, benliğimizin sevgi kazanmak, sosyal onay edinmek ve daha geniş dünya ile geçinmek için geliştiğimiz kısmıdır. Dördüncü çakrada dünyayı tamamen kendi ihtiyaçlarımıza yönelik olarak algılamayı bırakırız ve ilişkilerimiz bire bir (çocuk ve anne, çocuk ve baba) olmaktan, geniş aileyi ve sosyal yapıyı içerecek şekilde genişler. Bu sebeple, bu dönemde yaşanan ve bireysel gelişimi etkileyen travmalar ve davranışlar yaşanması durumunda, bireylerin yetişkinlik dönemindeki ilişkilerini de etkileyecektir. Hayatınızdaki partnere aşırı bağlanma, veya ayrılıklar sonrasında normal olmayan bir melankoli haline girme, koşulsuzca sevmek, zarar verici (hem kendine hem de partnerine) kıskançlık ve öfke patlamaları gibi durumları örnek verebiliriz. Bunlar hayatımızın bir döneminde yaşadığımız şeyler elbette olabilir ancak bu durumların bizim bir parçamız haline gelmesi demek kalp çakramızın dengede olmamasına ve bu durumların sürekli hale gelmesine sebep olabilir. 

Jung’un Anahatası

Dördüncü çakra olan Anahata’da arzuların ve içgüdülerin üzerine çıkar ve yüksek bir kişisel olmayan deneyim düzeyine ulaşırız. Dünyevi tutkuların üzerine çıkarız ve duygu ve dürtülerden ayrılarak benlik üzerine yöneliriz. Dürtülerinizden ibaret olmadığınızı, başka bir deyişle, egonuz olmadığınızı keşfedersiniz. Bu dürtülerden koparak, Batı’da bu dikkat dağıtıcı şeylerin “aşağıda” olarak görülen gerçek benliğinizle özdeşleşebilirsiniz. Doğu çakra sisteminde dördüncü çakra kalbe bağlıdır ve sevgi, nefret, merhamet ve zulümden sorumludur. Jung, “Manipura’da güneşle temas sizi ayaklarınızdan dünyanın üstündeki küreye kaldırır” diye yazar. Bu, Anahata’da duyguların üzerinde olduğunuzu ve onların gazabını hissetmek yerine duygular üzerinde düşünebildiğinizi gösterir. Duygularınızdan ibaret olmadığınızın farkındasınız, bu yüzden benliği keşfediyorsunuz. Jung’un bireyleşme olarak tanımladığı süreç budur.

Jung, Kundalini Psikoloji seminerinde Anahata çakradan bahsederken, Mevlananın şu sözüne atıfta bulunmuştur; “Senin görevin aşkı aramak değil; Ancak onunla aranda kurduğun engelleri aramak ve bulmaktır. Aşkı arama, o kayıp değil. Kendini kaybet aşkı bul… “ Bir insanın yaptığı budur. Dünyaya geldiğimizde kalbimiz açıktır. Ancak zaman geçtikçe yaşadığımız olumsuz deneyimler, hayal kırıklıklarımız ile birlikte zamanla kalbimizi korumaya alır, ve gittikçe kapatmaya başlarız. Kendimizi üzülmekten korumak için kalbin önüne bir sürü filtre koyabiliriz. Çünkü bir şeyi ve her şeyi nasıl gördüğümüz aslında kalpten geçer.